gün gelir unuturum belki dedim kendi kendime,kalksam kara kaplıya karalasam dedim, belki yırtar atarım, ordan oraya taşınırken sağda solda kalır unutulur belki dedim, temmuzun on altıncı gününün bu dinmez yağmuru altında gaza geldim döktürmek istedim belki neyse işte burdayım bi sebepten.
düşünmüyodum aslında yaşıyodum kendimce, sonra biraz önce su kaynarken, oğlak burcu siyah kupama iki tatlı kaşığı kadar kakao koydum, dedim eğer ben kendime güvenebilseydim ve sana, ve az da olsa inanabilseymişim bize, sen de yanımda olurdun birlikte uykusuzluğumuzu sıcak kakaoyla geçiştirirdik şu an. sonra işte aklıma sana dair sözler, özellikler falan geldi. fark ettim ki bazı eksikler var artık hatırlayamadığım. fark ettim ki, zamanı gelmiş, unutuyorum artık seni ben. üzüldüm sonra bu yürek acısı iyiydi dedim, en azından sigara yakmaya sebepti, gecenin bi vakti kalkıp uykusuz dolanmaya, balkona çıkıp gökyüzüne bakmaya, nedendi aklıma seni getirerek uykuya dalmaya, rüyama girsin diye yüzün. 'unuttum artık oh!' derim diyodum. üzülüyomuş insan demek. neyse sonra dur bi sigara yakiim dedim, hiç canım istemedi. saymak geldi içimden sana ait olanları, aklımda kalan, manga-
cevapsız soruların akustik versiyonunu en üst sıraya koydum, bu parçanın çıkış yılına baktım sonra, 2012'ydi. tam ben 2. sınıfta falanken sen merhaba demişsin demek bana. gülümseyemedim ama. çünkü artık umudum yok, eskiden olsa, içimde nasıl olsa diyodum, bugün olmazsa yarın illa ki yine birleşiriz. hep öyle olmadı mı zaten, hep başkalarında
tamahkarlığımızı sindirmeye çalışıp çalışıp yine return etmedik mi ve her geridönüşte ikimiz de birbirimizi aynı yerde, aynı şekilde bulmadık mı. ama artık öyle değil. he bi de seninle izlemeye koyulduğumuz ama izleyemediğimiz,daha doğrusu benim seni ektiğim ve izlemeyi hep ertelediğim o filmi izledim-
the kingdom of heaven. sensiz bi anlamı yoktu ama çok beğendim. sana söyleyemedim ama, sen varmış gibi kendi kendime çıkardığım ana fikri fısıldadım-insan ruhuna küsmemeli, ruhunu kendine küstürmemeliydi. halk için savaşılması, herkese kendi hayatı için şans verilmesi,herkesin tek bi amaç için tek yürek oluşu ve bu amacın madde değil insan hayatı oluşu, insanın insan için var olduğunu bize yeniden hatırlatıyor ve insan yaşamının her şeyden evvel gelişini vurguluyordu. müslüman, hristiyan ya da her neyse aslında herkesin bir tanrısı vardı, sadece herkesin ona tapınma ve inanma şekli farklıydı ve buna saygı duyduğun an insanlık mertebesine ulaşmış oluyodun işte.-
hobbit'i çok sevdiğin, sinemada vizyona girdiği gün koşa koşa izlemeye gidişin,
yüzüklerin efendisivari kitaplara olan ilgin, ağır sınav dönemlerinde bile kendine zaman yaratıp romanlarına devam edişin ve hayal dünyasına olan bağlılığın, hep bu dünyadan olmayan birilerinin yanımızda yaşadığına olan inancın..
sonra...
the civil wars-
dance with me to the end of love
son konuşmamızın ardından paylaştığın
the civil wars-
same old
üç harflilerden tırsman. -hatta sırf karanlıkta oturmayı seviyorum die benden bile-
eti cin i önce kenarlarındaki bisküvi çerçevesinden yemeye başlayıp ortadaki jöleli kısmı sona saklaman.
eti puf manyağı olman.
sabahları sokaktaki simitçi çocuktan-o kadar canın çekmiş olmasına rağmen-hijyen konusundaki tereddütlerinden dolayı bi türlü simit alamaman.
kedilerden korkman.
labradorlara olan sempatin. -sun-
çello ve viyolonsele olan aşkın.
bu kış teşhisi konan
haşimoto hastalığın. -patofide hoca söylediğinde direk sen gelmiştin aklıma-
basketbol maçların.
bi sabah yürüyüşünde benim sana gönderdiğim şarkıların sana eşlik edişinin ardından - seninle yürümüş gibi oldum demiştin bana-
bi gün 'uurcan dede' olma hayallerin.
doğum tarihin kalmış bir de, elime oğlak burcu kupamı alınca- gerçi her elime alışımda o kupayı- 12 ocak 1990, demiştin ya bana, tanrı 7 gün sonra benden daha mükemmelini yarattı seni yarattı.
arctic monkeys-
are you mine? 'ı sana her yollayışımda -bi dk. benim misin şimdi?- heyecanın
ve do i wanna know'dan alıntı durum güncellemen -busy being yours to fall for somebody new-
senden bana kalanlar bunlar olmuş. aslında bundan bilmem kaç hafta önce daha fazla sayabilirdim.
mr and mrs smith' de brad pitt bi yerde şöyle diyordu angelina'ya:
-ilk beni gördüğünde ne düşünmüştün?
+sen söyle.
-noel sabahı gibi olduğunu.
+neden bana bunu şimdi söylüyorsun?
-sanırım sonuna gelince başını hatırlıyorsun.
bundan daha iyi içinde bulunduğum şeyi anlatabilecek bişi düşünemedim.
aslında vedalaştık seninle öyle değil mi?
dur bakiim tam tarihi neydi...? bundan bi 15,17 gün önce olması lazım, yani ayın biri ya da ikisinde.
'tekrar merhaba ve tekrar hoşça kal' demiştin.
bu vedalaşma biçimin de hoştu açıkçası, ne yalan diyim içten içe nasıl da beklemiştim o efsane kelimeyi kullanmanı,nasıl da merak ediyordum - acaba hala aklındaki kız aynı kalmayı başarabilmiş mi diye ki;
beklediğim efsane cümle geldi.
'çünkü sen kartanesisin.' swh.
aslında seni hiç tanımıyorum shakespeare. teninin kokusunu, sesinin tonunu, boyunun kaç olduğunu,ayak numaranı,en sevdiğin rengi.. bu ve benzeri fiziksel hiçbişi bilmiyorum sana dair.tek bildiğim maneviyatın.
ve tam unuttum dediğim yerde, aslında içten içe yine biliyorum, ayrılanlar hala sevgili. çünkü ayrılık da sevdaya dahil. avutuyorum yine istemsiz kendimi -bi tek biz varız güzel öbürleri hep çirkin,ancak senle olunca varım ben-
içimde bir istanbul var.belki bigün sen de geçersin köprülerinden diye yakıp da yıkamıyorum söküp atamıyorum içimden.
tekrar merhaba ve tekrar hoşça kal. ben kendim seçtim isyan yok. he bi de cevapsız sandığın sorularının hepsinin bi cevabı var. sadece senin belki de şu an benimle aynı durumda olduğun bi zamanında bana dediğin gibi; 'u met me at a very strange time in my life.'
p.s. moderatörlere sesleniyorum.silinmeye çok müsait biliyorum.